5 Ekim 2011 Çarşamba

Ilıcak ve Gülerce'giller

4 Ekim’de Birgün gazetesinin internet sitesinde Nusret Senem’in “Fethullah ve Susurluk” kitabında yer alan Nazlı Ilıcak ve Hüseyin Gülerce’nin Susurluk kazası sonrasında kazada ölen kişilere ve bu kişilerle birlikte bugün Ergenekon olarak adlandırılan derin devlet adına cinayetler işlemiş kişilere yönelik methedici yazılarından alıntılara yer verilerek, bugün demokrasi kalemşörlüğü! yapan bu iki gazetecinin gerçek güzleri ortaya konmuştur.[1]
Aslında gönül ister ki ne böylesi bir habere ne de böylesi bir kitaba gerek olsun. Ama insan hafızası zayıf. Hele Türkiye’de hem birey olarak tek tek hepimizin hafızası hem de toplumsal hafızamız zayıf. Peki bugün bu kişilerin demokrasi kalemşörleri olarak karşımıza çıkması ve hatta dün övdükleri kişileri bugün yerden yere vurmaları sadece Türkiye toplumunun toplumsal hafızasının zayıf olmasından mı kaynaklanmaktadır? Tabi ki hayır.
Öncelikle bu konuda Türkiye’de Kürtlerin hafızasının zayıf olmadığını belirtmek gerekmektedir. Zira Kürt halkı ne bu kalemşörlerin yazılarında geçen şahısları ne de onları öven bu demokrasi sevdalılarını unutmamıştır ve unutmayacaktır. Nasıl unutsun ki onca acıdan sonra. Bu çerçevede Kürt halkının hafızasının Türk halkının hafızasından daha kuvvetli olduğunu bunun sebebinin de çekilen acılar olduğunu söyleyebiliriz.
O halde neden Türk halkı bu ikiyüzlülüğü unutmaktadır? Birinci sebep elbette yukarıda zikrettiğimiz durumun Türk halkının toplumsal bilincinde olmamasıdır. İkincisi ve bence en önemlisi Mathiensen’in “synopticon” adını verdiği bir gözetim ağında kitlesel medyanın rolüdür. Kürt Ulusal hareketinin başlangıcından bu yana Türk halkı için devletin biçtiği rol, Sırrı Süreyya Önder’in yerinde tanımlamasıyla Kürt halkına düşman olmak olmuş[2] ve bu süreçte devletin Türk halkına biçtiği bu rol medya tarafından da desteklenmiş ve Türk halkına empoze edilmiştir.
Tekrar Mathiensen’e dönecek olursak, o “panopticon” yerine “synopticon”dan bahsederken medyanın rolüne özel bir önem verir ve medyaya dışarıdan görüşlerini açıklamak için girişlerine izin verilenlerin, müsaadeye mazhar olanların, toplum içindeki yerlerini dikkatlerimize sunar. Türkiye’de de müsaadeye mazhar olan Ilıcakgiller ve Gülercegiller ailesinden çok entelektüel var. Ha neden o dönemde böyle konuşan bu dönemde aksini iddia eden bu insanlar hala yazıp çizebiliyorlar derseniz onun da cevabı var. Birincisi bu familyaya dahil olanların karakter özellikleridir.
İkincisi ise ki bu daha geniş bir yelpazeden bakmamızı gerektiren bir durumdur, AKP yönetimleri ile değişenin sadece egemenler olduğu zihniyetin ise yerli yerinde durduğudur. Bu bağlamda Ergenekon, Balyoz soruşturmaları ve demokratikleşme söylemleri ile sadece egemenlerin yer değiştirdiği ve AKP ve çevresinin kendisine yer edindiğini düşünebiliriz. Buradan Ergenekon ve Balyoz gibi oluşumların küçümsendiği anlamı çıkmamalıdır. Elbette ki bu davalar Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önemli adımlardır. Bununla birlikte esas mesele AKP’nin bu süreçte ne kadar samimi olduğudur. Nihayetinde 12 Eylül’ün darbecileri hala zevki sefa içinde yaşarlarken, Hopa’da polis devrimci bir öğretmeni katlederken ve hakkını arayan herkesi fotoğraflarla fişleyerek AKP’ye karşı olmayı “terörist” olmakla bir tutarken[3], başbakan bir genç kıza sokak ortasında işkence eden polislere sinirleneceği yerde genç kıza hakaret ederken, KCK adı altında meclise gelip yemin etmesini istediğin bir partinin Kürt siyasetçileri tek tek tutuklanırken, parasız eğitim isteye gençler 1,5 yıldır cezaevinde tutulurken, AKP’nin demokrasi uğruna savaş verdiği söylenemez. Böyle bir demokrasi olsa olsa kendine demokrasi olur.[4] Böyle bir demokraside de Ilıcak’ların, Gülerce’lerin  yerleri her zaman hazırdır.
Bugün gelinen noktada Türk halkı alışkanlıklarından sıyrılmakta zorluk çekmektedir. Yıllarca Kürde düşman olarak yetiştirilen Türk halkı için şimdi yıllardır inandığı bu yalanı inkar etmek zor gelmektedir. Kandırıldığını görmek istememekte onunla yüzleşmekten korkmaktadır. ( Tabi Türk halkının bu gerçeklerle yüzleşmesini sağlayacak siyasetin yokluğu/olanın da cılızlığı bir kenarda tutulmalıdır. ) Türk halkı aynı siyasetin farklı maskelerle daha da demokratikleşeceği yalanına bile bile kendini inandırmaktan daha fazlasını yapmalıdır. Bugün eskiye nazaran Kürt halkının inkar edilemediği söyleniyor ve bir karşılaştırma yaparsak bu söylem doğrudur da ama meseleye Türk halkının çoğunluğu açısından bakarsak evet Kürt artık inkar edilmiyor ama Kürt halkının varlığı aynı derecede içselleştirilemiyor. Neticede Türk halkı Kürt siyasal hareketini anlayamıyor anlamlandıramıyor. En basit örnekle Kürt çocuklarının polise taş atmasını “taş atan çocuklar”, “kandırılmış çocuklar”, “eğitimsizlik” kısır döngüsünde ele alıp, Kürt siyasi hareketinde siyasetin toplumsallaştığını, toplumsalın siyasallaştığını göremiyor. Yani hep aynı at gözlüğü ile bakıyor.
En başa dönecek olursak Türk halkını bu körlüğe mahkum edenler bugün için dünün ve bugünün demokrasi savaşçılarıdır. Onlar hep aynılar değişen yüzler değişmeyen kin, nefret, düşmanlık söylemleri. Bu nedenle Ilıcak’ları, Gülerce’leri iyice takip etmeliyiz çünkü onların yazılarında bugünün kahramanlarını yarının hainlerini, katillerini bulabiliriz. Hepsi bu kadar.



[4] Burada küçük bir parantez açmakta fayda var. Başbakanın yargı ile ilgili olan süreçlere dair açıklamaları “yargının bağımsız olduğuna” dair klasik görüşlerden öteye gitmemektedir. Deniz feneri soruşturmasında yaşanan gelişmeler ortada dururken, son referandumla birlikte HSYK’nın durumu ortada iken Başbakanın çıkıp “yargının bağımsızlığından” bahsetmesi abesle iştigal eder. Kaldı ki tüm bunların dışında yargının bağımsız olması durumu bizdeki gibi kayırmacılığın ve nepotizmin hakim olduğu memleketlerde hiçbir anlam ifade etmez. Siz gerçekten yargıya müdahalede bulunmasanız bile yargı bir ucuyla size bağlı olduğu için sizin gittiğiniz yoldan gidecektir.Çünkü Adalet Bakanlığı diye bir kurum var. Aksi durumda davranan bir hakimin bir savcının durumunu düşünebiliyor musunuz? Vay o kişinin haline…