14 Ekim 2014 Salı

SINIRLAR, TERİTORYA ve AH ŞU BİZİM HAYIN KÜRTLER

Aslında neresinden başlansa insanın elinde kalacak bir yazma girişimi bu, ama bir yerden başlamadan da olmuyor. Hava kurşun gibi ağır, ağır olmasına lakin bunu görecek olan gözler de bir o kadar kör. Aslında mesele Ahmed Arif’in dizelerinde saklı:
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına… ( Ahmed Arif, Otuzüç Kurşun-4, 115 )

Önder Özden, Ayrıntı derginin 6. Sayısındaki “Yurttaşlığın Kıyısında” başlıklı yazısında teritoryanın üç özelliğinden bahsediyor: 1) Uzama ruhunu veren teritoryadır. 2) Teritorya hayali bir varoluşa sahiptir. 3) Teritoryanın söylemsel ve işlevsel içeriği bulunmaktadır ( Özden, 2014, 39-40 ). İşte birbirlerinden boylarının uzunluğu/kısalığı, esmerliği/sarışınlığı, kaşının gözünün rengi dışında farkı olmayan insanları, birbirlerine düşman eden ve onları farklılaştıran bu söylemsel inşadır. Bu nedenle bu yazı kapsamında üzerinde durmak istediğim konu söz konusu söylemsel inşa sürecine ilişkin.
Yazının devamında Özden, Balibar’ın mesken temelli yurttaşlık anlayışına vurgu yapar. Bu öneri birbirinin dilini, yaşam biçimi ve pratiklerini öğrenen ve kendi dillerinde bunları yeniden üreten bir karşılaşma sürecine tekabül eder ( Özden, 2014, 40 ). Şüphesiz, bu sınırların demokratikleştirilmesi projesi birbirine sınırdaş olanları ele aldığımızda analizlerimiz için görece kolay bir sınıflama imkânı sunar. Peki, resmi olarak aynı teritoryaya bağlı! olduğu savunulanlar için analizlerimizi zorlaştıran unsurlar nelerdir? Bence bu sorudan başlamak için elimizde maalesef güzel! bir örnek var: Türkiye.
Bu ülkede teritoryanın söylemsel inşası için gerekli olan işaretleme tarzının iyi! çalıştığının en aşikar örneği Kobane’de yaşananları bir başka ülkenin sorunu olduğunu savunup, Şam’daki Esad yönetimini devirmeye çalışanların tutarsızlıklarında ve bu tutarsızlığı savunanların ‘psikopatolojik’ davranışlarında görülmektedir. Üç tarafı denizlerle dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkenin rahle-i tedrisinden geçenlerin hafızalarına nakşedilen düşman, hain Kürt algısının, Kobane’de yaşananlarla ilgili insancıl empati kurmayı bu kadar kolayca engellemesinin nedeni de bu iyi işleyiştir. Suriye’deki trajedi üçüncü yılını devirirken, Musul konsolosluğundan görevli olanlar IŞİD’in elinde rehine tutulurken, insanların kafaları kesilirken sokaklara dökülmeyenler, akrabaları, kardeşleri Kobane’de katledilirken bu katliama sessiz kalmamak için sokağa çıkanlara karşı derhal vatanlarını savunmaya geçebiliyorlar. Bu durum bize Kürt kimliğinin, Cumhuriyet tarihi boyunca nasıl karikatürize edildiğini gösterir. Bu süreç dalgalı bir seyir izler. Resmi dillerde Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na bu ülkeyi kardeşçe birlikte kurduk dense de, resmi bombalar Dersim’de, Ağrı’da ve daha pek çok yerde Devlet ‘BABA’nın işaretle(ye)medikleri üzerine yağmıştır. Baba’nın Yasası’nı kabul edenler iyi Kürtler Scmidtçi anlamda kamusal düşman olarak varolmuşlardır. Yani Türk kimliğinin ötekisi olarak yok edilmesi değil, siyasal olanın inşasında dışlanması gereken olarak. Kötü olanlar ise güçlü devletin güvenlik güçleri tarafından etkisiz hale getirilecek düşmanlardır, hainlerdir.
Teritoryanın söylemsel inşasının bir başka sonucu da işaretlemenin artık gerçek bir uzama ihtiyacının kalmamasıdır. Belirli bir alanı işaretlemenin ötesinde o alanda yaşayanları işaretlemek, uzamın terk edilmesinde dahi kişinin o işareti üzerinde taşıması anlamına gelmektedir. Yani teritorya işaretlenirken aslında kimlikler, bedenler işaretlenir. Bu yolla artık hegemonyadan kaçış nerede olursanız olun zordur. Kaçış için işaretlemenin kırılması gerekir. Tam da bu noktada gözden kaçırılmaması gereken bu işaretlemenin eğitim yoluyla ( özellikle tarih, vatandaşlık bilgisi…gibi ) gündelik hayata içkinleştirilmesi sürecidir. Artık düşmanı sürekli takip edecek güvenlik makinesine gerek yoktur. “Vatanına” karşı sorumlu vatandaşlar artık makinedir. O, içeride hainleri, dışarıda düşmanlarını gözünden tanır, ülkesini nasıl koruması gerektiğinin bilincindedir. Bu herkesin herkesi denetleyebildiği bir denetim sisteminden ziyade herkesin bir başkasını kendi mahkemesinde yargılayıp, infaz edebilme yetkisine ve özgürlüğüne sahip olduğu, bir kere kurulduktan sonra sarmal bir şekilde kendisini besleyen ve kendisinden beslenen linç sistemidir. O yüzden facebookta, twitterda ya da her hangi bir sosyal paylaşım ağında IŞİD’in reklamını yapan, insanlara yaptığı acıları paylaşıp altına “ne kadar iyi yapıyorsunuz, elinize sağlık” diye yazanlar vicdan azabı çekmezler. Bu onların özgürlüğüdür!
Her ne kadar linç sistemi sadece AKP politikalarının ürünü olmasa da bugün sistemi besleyen faktörlerden en önemlisi ülkeyi yönetenlerin Osmanlıcılık ve ecdadcılık adı altında maskelediği irredantist politikaların gözleri kör eden Asr-ı Saadet rüyasıdır. Asr-ı Saadet döneminde masum, mert Ecdad’ı binbir türlü hile ve hainlikle zapturapt altına alanlara karşı, yeni Osmanlıcılık, Anka kuşu misali küllerinden doğuşun adıdır ve önüne koyulan her engel aşılmalıdır. İşte gözleri kör eden de bu rüyadır. Çünkü önemli olan engelleri aşmak olarak lanse edildiğinde aşmanın nasılı hakkında düşünmek teferruattır.  “Yeni Türkiye” yolunu çizmiş, Ruhunu ve Yanılmaz Liderini bulmuştur.[1]
İşte bu yüzden Türkiye aynada kendisine bakmalı ve Kobane’nin aslında kendisi olduğunu görmelidir. O düşerse, Türkiye düşer. En çok da benim kafamı kesmiyorlar ya diyenler, o bıçağın altına girmeden aynaya bakma cesaretini göstermelidir. İşaretlenenlerin işaretlerini kırmalarında en büyük iş işaretleyenlere düşüyor: Eğer hala kardeşiz, kız alıp vermişiz, etle tırnak gibiyiz demek istiyorsa… Yoksa ismi hep hayın olarak kalacak Kürd’ün.
·         Ahmed Arif, “Otuzüç Kurşun”, Hasretinden Prangalar Eskittim, Sekizinci Basım, Metis Yayınları, İstanbul, 2014, s. 115.
·         Önder Özden, “Yurttaşlığın Kıyısında”, Ayrıntı Dergi, Sayı 6, Eylül/Ekim 2014, s. 35 - 41.



[1] Ülkenin ruhunu ve liderini bulduğuna dair bir örnek: http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/AliNurKutlu/beyaz-turklere-mektup/51448

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder