SINIRLAR, TERİTORYA ve AH ŞU BİZİM HAYIN
KÜRTLER
Aslında
neresinden başlansa insanın elinde kalacak bir yazma girişimi bu, ama bir
yerden başlamadan da olmuyor. Hava kurşun gibi ağır, ağır olmasına lakin bunu
görecek olan gözler de bir o kadar kör. Aslında mesele Ahmed Arif’in
dizelerinde saklı:
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, Komşuyuz yaka
yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına… ( Ahmed Arif, Otuzüç Kurşun-4, 115 )
Önder Özden, Ayrıntı derginin 6. Sayısındaki
“Yurttaşlığın Kıyısında” başlıklı yazısında teritoryanın üç özelliğinden
bahsediyor: 1) Uzama ruhunu veren teritoryadır. 2) Teritorya hayali bir
varoluşa sahiptir. 3) Teritoryanın söylemsel ve işlevsel içeriği bulunmaktadır
( Özden, 2014, 39-40 ). İşte birbirlerinden boylarının uzunluğu/kısalığı,
esmerliği/sarışınlığı, kaşının gözünün rengi dışında farkı olmayan insanları,
birbirlerine düşman eden ve onları farklılaştıran bu söylemsel inşadır. Bu
nedenle bu yazı kapsamında üzerinde durmak istediğim konu söz konusu söylemsel
inşa sürecine ilişkin.
Yazının
devamında Özden, Balibar’ın mesken temelli yurttaşlık anlayışına vurgu yapar.
Bu öneri birbirinin dilini, yaşam biçimi ve pratiklerini öğrenen ve kendi
dillerinde bunları yeniden üreten bir karşılaşma sürecine tekabül eder ( Özden,
2014, 40 ). Şüphesiz, bu sınırların demokratikleştirilmesi projesi birbirine
sınırdaş olanları ele aldığımızda analizlerimiz için görece kolay bir sınıflama
imkânı sunar. Peki, resmi olarak aynı teritoryaya bağlı! olduğu savunulanlar
için analizlerimizi zorlaştıran unsurlar nelerdir? Bence bu sorudan başlamak
için elimizde maalesef güzel! bir örnek var: Türkiye.
Bu ülkede
teritoryanın söylemsel inşası için gerekli olan işaretleme tarzının iyi!
çalıştığının en aşikar örneği Kobane’de yaşananları bir başka ülkenin sorunu
olduğunu savunup, Şam’daki Esad yönetimini devirmeye çalışanların
tutarsızlıklarında ve bu tutarsızlığı savunanların ‘psikopatolojik’
davranışlarında görülmektedir. Üç tarafı denizlerle dört tarafı düşmanlarla
çevrili bir ülkenin rahle-i tedrisinden geçenlerin hafızalarına nakşedilen
düşman, hain Kürt algısının, Kobane’de yaşananlarla ilgili insancıl empati kurmayı
bu kadar kolayca engellemesinin nedeni de bu iyi işleyiştir. Suriye’deki
trajedi üçüncü yılını devirirken, Musul konsolosluğundan görevli olanlar
IŞİD’in elinde rehine tutulurken, insanların kafaları kesilirken sokaklara
dökülmeyenler, akrabaları, kardeşleri Kobane’de katledilirken bu katliama
sessiz kalmamak için sokağa çıkanlara karşı derhal vatanlarını savunmaya
geçebiliyorlar. Bu durum bize Kürt kimliğinin, Cumhuriyet tarihi boyunca nasıl
karikatürize edildiğini gösterir. Bu süreç dalgalı bir seyir izler. Resmi
dillerde Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na bu ülkeyi kardeşçe birlikte kurduk
dense de, resmi bombalar Dersim’de, Ağrı’da ve daha pek çok yerde Devlet
‘BABA’nın işaretle(ye)medikleri üzerine yağmıştır. Baba’nın Yasası’nı kabul
edenler iyi Kürtler Scmidtçi anlamda kamusal düşman olarak varolmuşlardır. Yani
Türk kimliğinin ötekisi olarak yok edilmesi değil, siyasal olanın inşasında
dışlanması gereken olarak. Kötü olanlar ise güçlü devletin güvenlik güçleri
tarafından etkisiz hale getirilecek düşmanlardır, hainlerdir.
Teritoryanın söylemsel
inşasının bir başka sonucu da işaretlemenin artık gerçek bir uzama ihtiyacının
kalmamasıdır. Belirli bir alanı işaretlemenin ötesinde o alanda yaşayanları
işaretlemek, uzamın terk edilmesinde dahi kişinin o işareti üzerinde taşıması
anlamına gelmektedir. Yani teritorya işaretlenirken aslında kimlikler, bedenler
işaretlenir. Bu yolla artık hegemonyadan kaçış nerede olursanız olun zordur. Kaçış
için işaretlemenin kırılması gerekir. Tam da bu noktada gözden kaçırılmaması
gereken bu işaretlemenin eğitim yoluyla ( özellikle tarih, vatandaşlık bilgisi…gibi
) gündelik hayata içkinleştirilmesi sürecidir. Artık düşmanı sürekli takip
edecek güvenlik makinesine gerek yoktur. “Vatanına” karşı sorumlu vatandaşlar
artık makinedir. O, içeride hainleri, dışarıda düşmanlarını gözünden tanır,
ülkesini nasıl koruması gerektiğinin bilincindedir. Bu herkesin herkesi
denetleyebildiği bir denetim sisteminden ziyade herkesin bir başkasını kendi
mahkemesinde yargılayıp, infaz edebilme yetkisine ve özgürlüğüne sahip olduğu,
bir kere kurulduktan sonra sarmal bir şekilde kendisini besleyen ve kendisinden
beslenen linç sistemidir. O yüzden facebookta, twitterda ya da her hangi bir sosyal
paylaşım ağında IŞİD’in reklamını yapan, insanlara yaptığı acıları paylaşıp
altına “ne kadar iyi yapıyorsunuz, elinize sağlık” diye yazanlar vicdan azabı
çekmezler. Bu onların özgürlüğüdür!
Her ne kadar
linç sistemi sadece AKP politikalarının ürünü olmasa da bugün sistemi besleyen faktörlerden
en önemlisi ülkeyi yönetenlerin Osmanlıcılık ve ecdadcılık adı altında maskelediği
irredantist politikaların gözleri kör eden Asr-ı Saadet rüyasıdır. Asr-ı Saadet
döneminde masum, mert Ecdad’ı binbir türlü hile ve hainlikle zapturapt altına
alanlara karşı, yeni Osmanlıcılık, Anka kuşu misali küllerinden doğuşun adıdır
ve önüne koyulan her engel aşılmalıdır. İşte gözleri kör eden de bu rüyadır. Çünkü
önemli olan engelleri aşmak olarak lanse edildiğinde aşmanın nasılı hakkında
düşünmek teferruattır. “Yeni Türkiye”
yolunu çizmiş, Ruhunu ve Yanılmaz Liderini bulmuştur.[1]
İşte bu yüzden
Türkiye aynada kendisine bakmalı ve Kobane’nin aslında kendisi olduğunu
görmelidir. O düşerse, Türkiye düşer. En çok da benim kafamı kesmiyorlar ya
diyenler, o bıçağın altına girmeden aynaya bakma cesaretini göstermelidir.
İşaretlenenlerin işaretlerini kırmalarında en büyük iş işaretleyenlere düşüyor:
Eğer hala kardeşiz, kız alıp vermişiz, etle tırnak gibiyiz demek istiyorsa… Yoksa
ismi hep hayın olarak kalacak Kürd’ün.
·
Ahmed Arif, “Otuzüç Kurşun”, Hasretinden Prangalar
Eskittim, Sekizinci Basım, Metis Yayınları, İstanbul, 2014, s. 115.
·
Önder Özden, “Yurttaşlığın Kıyısında”, Ayrıntı
Dergi, Sayı 6, Eylül/Ekim 2014, s. 35 - 41.
[1] Ülkenin
ruhunu ve liderini bulduğuna dair bir örnek: http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/AliNurKutlu/beyaz-turklere-mektup/51448
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder