Victor Hugo, Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı eserine yazdığı önsözde idam
cezasına neden karşı durulması gerektiğini, aslında cezanın daha sonraki suçlar
açısından caydırıcı olmadığı, kişiyi idama götüren suçların bireysel olmaktan
ziyade toplumsal olduğu, kişinin kendisini idama götüren süreci lanetli bir
kader olarak çocukluğundan itibaren yaşadığı, savcıların ‘süslü’
iddianamelerini hazırlarken ve idam cezasının infazı sırasında kurbanın
hayatına hiç dahil olmadığı ve anlamaya çalışmadığı, çoğu zaman sadece kendi
egosunu tatmin ettiği, meydanlarda infazın birer eğlenceye dönüştüğü gibi pek
çok farklı açıdan ele almıştır. Hugo’yu, Guillotin’in
Fransa’daki varlığını ortadan kaldırma mücadelesine yönelten umut,
gerekçelerinin rasyonelliği ve bu girişimin insanların vicdanlarına hitap
ettiğini düşünmesidir. Bununla
birlikte kendisi de bu romantik girişiminin başarılı olacağını konusunda
şüphelidir. Nitekim girişteki mizansende yer alan kişiler birbirleriyle ‘Bir
İdam Mahkûmunun Son Günü’ hakkında konuşurlar, bu kitabın bir deli saçması,
aşağılık bir metin olduğunu söylerler. Hugo’nun kendisi bu mücadelenin sonucunu
göremese de bugün torunlarının Fransa’sında idam cezası kaldırılmıştır. Fakat aradan
geçen neredeyse üç yüzyıla rağmen idam cezası pek çok ülkede güncelliğini
korumaktadır. Bu sonuçlardan Fransa’nın idam cezasını uygulayan ülkelerden daha
demokratik olduğu sonucu türetilemez elbette. Zaten bu yazının amacı da bu
sonuçlar üzerine düşünmek yerine idam cezasının güncelliği üzerine naçizane bir
iki söz söylemektir.
İlk olarak ‘İdam cezası adaleti sağlar
mı?’ sorusundan hareket etmek gerekmektedir. Devlet, idam mekanizmasını
işlettiğinde, başkasının hakkını gasp ettiğini iddia ettiği kişinin yaşam
hakkını, hakkı gasp edilen kişi ve kamu adına gasp eder. Yani hakkı gasp edilen
kişinin ve kamunun intikamı devlet eliyle alınır. Nietzscheci bir perspektiften
bakarsak ‘idam’, ‘hınç’ın ( ressentiment ) dolayısıyla ‘köle ahlakı’nın
cisimleşmiş halidir. Bu yaklaşım adaleti intikamla eşitler ki, bu eşitliğin
kendisi adil bir düzenden ziyade bir intikam düzenini ortaya çıkarır. Bu
düzende devlet ise ancak ‘intikam alanların en güçlüsü’ olarak tanımlanabilir.
Devletin en güçlü intikam alıcısı olarak tanımlanması insanlar arasındaki güç
ilişkilerinin kurumsallaşma mücadelesinin somutlaşmasıdır. Artık devlet en
güçlünün/güçlülerin elinde bir iktidar aygıtı, adil olan ise onun/onların
hoyratlığı olur. Bu hoyratlık, rıza üretimi ve gönüllü kullukla büyür ve tüm
yaşamı sarar, hakikatin kendisi olur.
İşte bu yüzden adalet, yasalarda yer
alan sözcüklerden daha ötesidir. Yasaların ontolojik “– dır”, “– dir”leri
vardır. Oysa adalet daha çok ‘etik’e dâhildir. İnsanlar arasındaki ilişkide
aranmalıdır ve ancak orada bulunabilir. Levinas’ın ‘yüz’ olarak karşıladığı
ilişkisellik. Eğer yasalar ( ister seküler ister teolojik olsun ) ve mahkeme kararlarıyla adalet aranıyorsa
adalet bu dünyanın işi değildir. Bu yüzden adalete/adil olana dair
sorgulamalarımıza, şikâyet ve yakınmalarımıza ‘etik’ arayışımızı
temellendirmeliyiz.
Diğer yandan idam cezasının meşruiyeti
tartışmalarında adaletin intikamla eşitlenmesi, insanın yeryüzünde Tanrı rolüne
soyunduğunun en bariz göstergesidir. Her ne kadar intikam bir kurum olarak
devlet eliyle kamu adına alınıyor olsa da, yasaları çıkaran, kararı veren,
cellat, kurban ve idamı bir seyir nesnesi olarak izleyenler insanların taa
kendisidir. Bu yüzden bir başkasının yaşam hakkına müdahale hakkının bir
başkasında olduğu bir düzende insanın soyunduğu rol Tanrı olmak, oynadığı oyun
Tanrıcılıktır. Herkesin Tanrı olduğu bir düzende adalet yoktur, güç ve tahakküm
ilişkileri vardır.
Son olarak idam cezasının sadece suçlu
bulunan kişinin hayatına son verilmesi olarak düşünülmemesi gerekir. Yeryüzünün
pek çok bölgesinde idam edilen ve edilecek olanların yanı sıra haksızlığa
uğradığı için, düzeni sorguladığı için, siyasi düşünceleri yüzünden ve daha
nice sebepten işkence gören yaşam hakları ellerinden alınmamış olsa da
özgürlükleri ellerinden alınan ‘intikam’ mağdurları var. Bugün idam cezasına
dikkatimizi çeken ne Mısır’da idam cezasına çarptırılan kişilerin sayıları ne
Kuzey Kore’de liderin hoyratlığı olmalıdır. İdam cezasının meşruiyetini savunan
görüşler var oldukça ne Mısır’da ne Kuzey Kore’de ne de yeryüzünün bir başka
bölgesinde intikam ortadan kalkmayacaktır. İntikam, Mısır’da Sisi’nin, Kuzey
Kore’de Kim Cong-ın’in, Türkiye’de Ethem’in, Berkin’in, Ahmet’in, Abdullah’ın
ve diğerlerinin katillerinin korunmasında cisimleşir. İnsana, Tanrı olmadığını
hatırlatmanın vakti gelmedi mi?...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder