“Her şey çok güzel giderken birileri hep bu süreci baltalıyor, hep Türkiye’nin önünü kesmeye çalışıyor…” cümleleri bu ülkede yaşayan insanların ömürleri boyunca çok defalar duyduğu iktidar retoriklerindendir. AKP, Ulusalcıların, Ergenekoncuların yıllarca bu söylemi kullanarak dindar, muhafazakar kesime tahakküm kurduğunu, baskı yaptığı, onları sindirmeye çalıştığını iddia etmiş, bu sayede bu söylemlerle mücadele ederek! farklı siyasi ideolojilerden destek görmüştür. Aynı şekilde bugün ulusalcı cenahta aynı mağduriyet söylemi ile AKP’den dem vurmamakta mı? Bunlarla birlikte bu topraklarca yıllardır bir söylem bir dil var ki o hiç değişmemiştir, hep aynı kalmıştır, savaşın dili…
Dün Diyarbakır’dan acı haber geldi. Silvan’da 20 tane gencecik fidan hayatını kaybetti. Hepsinin kendince hayali vardı. Ama bugün onlar bu savaşın dilinde birer rakam haline geldiler. 7’si zaten hiç yoktu. Diğer 13’ü de devletin omuzlarında yıldızlar dolu, pahalı takım elbiseleri olan mühim şahsiyetlerinin birkaç damla yaşından sonra dik durarak söyleyecekleri “bunun hesabını soracağız” cümlesinden sonra yok olacak. Bu canlara bir değer biçilecek, ailesine maaş verilecek ve artık bu çocukların isimleri kağıtlarda kalacak. Diğer 7 genç mi? Onlar zaten yoklar, onlar en başından beri birer rakam, birer canavar, birer hedef.
Gazetelere bakmaya yeltenmeyin sakın. Onlar zaten bu dili en iyi kullananlar. Onların cümlelerinde de aynı şeyleri görürsünüz. 7 insan zaten yok, diğer 13 insan şüphe götürmez şekilde kahraman. Sorumlu belli. Sadece olumsuz sıfatlardan ibaret dağdakiler. Bir de bunun üstüne demokratik özerklik ilanı gelmez mi, işte şimdi gazeteler için bu söylem yemeğine katılan milliyetçilik baharatının dozunun arttırılmasının vakti geldi. Bir anda gazetelerdeki aydınların ağızları açılır, zaten şaşı bakan gözleri de kapanır. Hayatın kamerasının kadrajını başka yöne doğrulttuğunuzda ise kimi insanlar vardır elleri kaşınır, ellerini ovuşturur. Onlar bu ölümlerden para kazananlardır. Gazete savaş dilini ne kadar iyi konuşursa patronun avuçları o kadar çok kaşınır, ne kadar çok dağdaki canavar! etkisiz hale getirilirse birilerinin yıldızı artar, bir diğeri için ne kadar çok oy alırsa o kadar çok egemendir, sözü o kadar çok dinlenmek zorundadır, Kürtleri onlar kurtaracaktır; diğerlerini saymıyorum zaten onların derdi başka.
İnsanların bu dil içindeki acıları bile gerçek değildir. Bu dilde acılar, sayılara endekslenmiştir. Ne kadar çok ölüm o kadar çok acı. Bu dilde acıları hafifletecek olan şey bellidir. İntikam. 13 insanın acısını 7 insan dengeleyemez bu dilde, “ötekinden”, “istenmeyenden”, “aslında hiç olmayandan” daha çok insanın ölmesi lazım. Hani annelerin acıları birdi, neden hala anneler ağlıyor? Çünkü bu dilde ölümlerin değeri farklıdır, annelerin acılarının değeri farklıdır.
İşin aslı ise öyle değil ki. Ölenlerin acısı eşit, ölümlerin değeri eşit. Çünkü yaşarken çekilen acılar aynı, hayaller aynı. Çünkü hayatlarını yitiren gençlerin hepsinin toplumdaki yerleri aynı. Belki de bu savaş olmasaydı bugün ölenler yan yana olacaklardı, yoldaş olacaklardı, sırdaş olacaklardı. Maalesef savaşın dili onlara istemedikleri bir gladyatör oyununda düşman rolü biçti, onları katletti. O gençler dağda birbirlerini vurmadılar, aslında tetiği savaşın dili çekti. Onlar birer hedefti, onlar birer bedeldi. Bu gladyatör oyununda izleyenlerin ve imparatorların tatmin olmasını sağlayan birer bedel.
Bu oyunda aslında “makbul” olan taraf yok. Şimdilik “makbulmüş gibi” olan taraf var. Ama yarın bunun değişmesi muhtemel. Savaş dilini kullananlar için önemli olan oyunu popüler kılacak kanın akması; Kürt, Türk, Ermeni, işçi, emekçi fark etmez. Yani makbul yok, maktul çok…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder