Dün gece dost meclisinde sohbet ederken ve hayret edici şekilde her hangi alkollü bir sohbet olmamasına rağmen, söz döndü dolaştı nerden bu konulara geldik diye sorma fırsatını dahi kendimizde bulamadan memleket meselelerine geldi. Aslına bakılırsa sohbetlerin çok kısa bir yol kat edişten sonra memleket meselelerine gelip dayanması üyeleri erkek olan bir toplulukta gayet normal hele bu memleket bizimkisi gibi aksiyonu, gündemi bol bir özellik taşıyorsa.
Neyse lafı fazla uzatmadık, herkes dilinin döndüğünce dilinin ucuna gelen her mesele hakkında fikirlerini söyledi, farklı bakış açıları vardı, tartışıldı, konuşuldu. Söz en son döndü dolaştı adını medya olarak koyacağımız ve sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğinin muğlaklaştığı bir kurumun algılama eksiklikleri üzerine geldi çattı. Anlaşılan herkes medya denen mefhumun bireyin toplumsallaşma sürecindeki rolünün farkında olarak, olumsuz yönlerinden şikayetçi imiş.
Bu meyanda ilk olarak herkes bugün medyanın milliyetçi bir dil kullandığını ileri sürmüştür. Gerçekten de Türkiye’de medya özellikle çatışma haberlerini milliyetçi bir şablonla sunmaktadır. Özellikle ana akım medya bünyesindeki basın, televizyon ve internet dikkatli bir taramaya tabi tutulursa söz konusu bu milliyetçiliğin boyutları daha iyi görülebilecektir. Köşe yazarları veya aydınlar! çatışma haberlerinin gelmediği günlerde gayet demokrat edayla yaşanan sorunun çarşaf çarşaf analizini yapar, bölgede yaşanan dramları en acıklı dille anlatır, bir insanı ( özellikle bir Kürdü ) dağa çıkaran sebepleri en pozitivist bakış açısından irdeler. Ama bu yazarla çatışma haberinin geldiği gün bu sözde demokrat gömleklerini çıkarırlar ve hemen üzerlerine tam oturan milliyetçi gömleklerini giyerek açarlar ağızlarını, yumarlar gözlerini. İşte o zaman vay onlara yanlış yapıyorsunuz diyenlere. ( Örnek vermeden olmaz. Ermeni Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın Ermeni öğrencilerle yaptığı konuşmaya kızan ve hemen milliyetçi gömleğini giyen ve “Benim Neslim” diye bir yazı yazan, kendine has üslubu olan demokrat abi. )
Medyanın en temel toplumsal işlevi halk ve yöneticiler arasında köprü kurarak tabiri caizse seçilmişlerin denetimini sağlamaktır. Zaten bu nedenle liberal-demokrasilerde medyanın yasama-yürütme-yargıdan sonra dördüncü kuvvet olduğu iddia edilir. Medya aracılığı ile halk bir yandan olup bitenden haberdar olurken diğer yandan kendi seçtiği kişilere verdiği yetkilerin yerinde kullanılıp kullanılmadığını denetleme imkanına sahip olmaktadır. Bu açıdan bakınca ne kadar güzel. Meğer medya sen ne güzel bir abimizmişin! Gerçekte seçilmişler değil denetlenmeyi, burnundan kıl bile aldırmazken, medya da popülist politikaları bırakıp, halkın yanında olacak bir kurum değildir memleketimde. Benim memleketimde seçilmiş olmasına gerek yok, kime az biraz yetki verirseniz o kimseye hesap vermez, o Ali kıran baş kesendir artık. Benim memleketimde en tarafsız olduğunu iddia eden bir kanal bir anda en gözde çalışanlarını bile, sebepsiz yere sırf birilerine yarasın diye işten çıkarır ya da tatillere gönderir ya da etliye sütlüye dokunmayan programlar yaptırır altlarına motosiklet vererek.
Bu açıdan bakınca medyanın tarafsızlığını tartışmak abesle iştigal etmek olur. Zira özgür, tarafsız medyanın sağlanmasını, medya sektörünün ve bu sektördeki her şeyin serbest pazar mantığına bırakılmasında gören bir bakış açısını göz önüne alacak olursak, medyanın aslında hiç de tarafsız olmadığını aksine taraf olduğunu göreceğiz. Evet medya taraftır, medya sermayeden taraftır, medya egemenden taraftır. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir tartışma değildir, hemen hemen tüm dünyada medya sektörünün deregülasyon politikalarının eline bırakıldığı bir gerçektir. Nitekim son günlerde İngiltere’de ortaya çıkan telekulak skandalı ve bu skandalın müsebbibi medya patronları bu duruma en güzel örneklerdendir. Hal böyle iken Türkiye’de ana akım medyadan tarafsız olmasını beklemek yanlıştır.
Diğer yandan küreselleşme mefhumunun olumsuz özelliklerinden biri olan kültürel yozlaşma medya eliyle hızlı bir şekilde toplumun tüm kesimlerine yayılmaktadır. Enternasyonal bir birlikteliği müjdeleyen olarak görülen küreselleşme, toplumların ihtiyacı olan afyonu eğlence sektörü, popüler kültürle bireylere aşılamaktadır. Kültürlerin birliği gibi söylemler altında ünlü fast-food zincirlerinde yerel tatların da sunulduğu menüler ortaya çıkmakta, özellikle içinde bulunduğumuz ramazan ayı gibi aylarda kola iftar sofralarının vazgeçilmez içeceği olarak sunulmaktadır. Medya ise bu yaşam formlarını iletişim kanallarında överek, bireyin toplumsallaşma sürecinde küreselleşmenin bu değer yargılarını içselleştirmelerini sağlamaktadır. Bireye, Amerika’dan ithal yaşam tarzının yücelikleri, fast-food zincirlerinde yemek yedikleri zaman kazanacakları ödüller, medya aracılığı ile duyurulmaktadır.[1] Televizyondaki dizilerde, yarışma programlarında tüketimin modern yaşamın altın kuralı olduğu savunulmaktadır. Birey, toplumda iyi bir statüde olmak için tüketmelidir. En yeni ve son model arabayı, cep telefonunu, diz üstü bilgisayarı kullanmalıdır, şu şu pahalı mağazalardan giyinmeli hatta mahalledeki berber yerine bilmem kim ünlünün her gün gittiği bilmem ne kuaföründe saçını başını yaptırmalıdır. Tüm bunları en yoğun propagandasını yani aslında kapitalizmin gerekliliği olan tüketim çılgınlığının propagandasını medya yapmaktadır.
Tüm bu anlatılanları daha akademik kelimelerle aktaracak olursak, medya mefhumunun sosyolojik olarak üç boyutta analiz edildiğini söyleyebiliriz. Makro-kurumsal yaklaşım, mikro-kurumsal yaklaşım ve kültürel yaklaşım bağlamında. Makro-kurumsal bağlamda incelemede bulunanlar medyada insan faktörünün rolünü geri plana atarken, mikro-kurumsal yaklaşımlar medyada çalışanlar üzerindeki sosyal baskıyı kabul etmekle birlikte insanın bu kısıtlamaları gazetecilik faaliyetleri ile ortadan kaldırabileceğini kabul ederken, kültürel yaklaşımlar insan faktörünün rolüne vurgu yaparlar.[2] Her üç yaklaşım tarzı konuyu başka bir noktasından kavramaktaysa da ülkemizde medya- toplum -siyaset üçlüsü arasındaki ilişkiyi en geniş perspektiften kanımızca makro-kurumsal yaklaşımlar irdelemektedir. Neticede deregülasyon politikalarının da desteği ile birer şirket olan medya sektöründe patronun kar amaçlı ticari faaliyetleri, tarafsız medya anlayışının önüne geçecektir. Bu meyanda makro-kurumsal yaklaşımın Türkiye’de medya sektöründe son dönemde olup biteni açıklamak bakımından daha el verişli olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte buradan diğer yaklaşımların yok sayılmasını önerdiğimiz anlamı çıkmaz. Özellikle toplumda var olan şiddet ve milliyetçilik kültürü, medyanın çatışma haberlerine yaklaşımını belirleyen başlıca kültürel etmenlerdendir. Fakat en nihayetinde medyanın takındığı milliyetçi tutumun altında daha fazla satış rakamına ulaşma, daha fazla izlenme dürtüsü olduğu için söz konusu tüm yaklaşımlar aslında makro-kurumsal yaklaşım tarafından içerilmektedir.
Sonuç olarak medya, üzerine temellendiği günümüz ekonomi-politiğinde tarafsız bir rol oynayamaz. Böylesi bir rol oynamaya kalkmak kendi açısından intihar anlamına gelecektir. Hele özellikle bizdeki gibi devlet paternalizminin, siyasette lider kültünün ve toplumsal yapıda muhafazakarlığın böylesine önemli bir yer işgal ettiği toplumlarda medyanın bu etkilerden kendini sıyırarak varlığını sürdürmesi imkansızdır. Çünkü medyanın özellikle politikada boşluğunu doldurmaya çalıştığı/çalışacağı her alana nüfuz etmesi ya engellenmektedir ya da dolaylı olarak devlet aygıtı tarafından sağlanmaktadır. Dolayısıyla ana akım medyadan gerçek bir demokrat kimlikle hareket etmesini beklemek safdilliktir. Buna rağmen ana akım medya gibi işin kolayına kaçmayan gazete ve haber kaynaklarının var olması biraz da olsa Türkiye için umut vericidir. Selam olsun onlara…
[1] Bu satırın yazarı popüler kültürün getirisi olan yozlaşma tehdidine karşı geleneklere dönüşü savunmamaktadır. Burada anlatılmak istenen en basit söylemi ile batılılaşmanın, modernleşme ile aynı şey olmadığı ve modernleşmenin de her derde çare olmayacağı gerçeğidir. Yoksa gitarı bırakıp sazı elimize alalım çünkü o millidir kabilinden bir gelenekçilik, birini reddettiğimiz bir indirgemecilik yerine başka bir tanesini tesis etmek anlamına gelir.
[2] M. Schudson ve S. Waisbord, “Haber Medyasının Siyasal Bir Sosyolojisine Doğru”, Siyaset Sosyolojisi, ed. T. Janoski, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2010, s. 377
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder